RADYO DİNLE
Get the Flash Player to see this player.
Üye girişi yaparak sizde resim, video ve şiir paylaşabilirsiniz.
Magazin
Haberler

Bulunduğunuz Sayfa ‘Hikayeler-Faydalı bilgiler’

ANAM ANAM GARİP ANAM..!!!

Bir adam eşine “bu akşam yemeğe çıkalım mı”? Diyor.

Eşi ise şöyle cevap veriyor, “Hayır, bu akşam benim yerime git başka bir kadını yemeğe götür…”

Düşünün, kadı…n “Hayır ben seninle yemeğe çıkmayacağım, başka bir kadınla git.” diyor.

Adam şaşırıyor ve diyor ki “Ben seni yemeğe çıkaracağım, sense bana başka bir kadınla gitmemi söylüyorsun! ? ” Ben bu kadar mezhebi geniş bir adamıyım ki ! Sen bana hangi kadından söz ediyorsun?!”

Eşi, “Annen…” diyor.

Böyle bir anı düşünün. Böyle bir anı hayal edebiliyor musunuz? “Ben bu gün yemek teklifini reddediyorum. Yemeğe lütfen annenle git. Uzun zamandır anneni görmeye gitmedin, onunla vakit geçirmedin, yemek yemedin, bu yüzden annenle git”

Adamın adeta kanı donuyor. Karısının bu inceliği karşısında duyduğu minnet ve muhabbet dolu bir sesle “Ne kadar iyisin, Böyle düşündüğün için Allah senden razı olsun.” Diyor.

Sonra da hemen Annesini arıyor; “Anne hazırlan gelip seni arabayla alacağım, beraber dışarıda yemek yiyeceğiz, sonra da beraber biraz yürürüz”

Annesi duyduklarına inanamıyor! Hayretle “ Gerçekten mi” diyor.

Adam “Evet anne bu akşam yemeği beraber yiyeceğiz. Hadi ben geliyorum…”

Bir saat kadar sonra birlikte bir restorandalar. Kadın o kadar sevinçli ki… Bu akşam onun için sanki bir rüya gibiydi… Nerede ya da ne yedikleri önemli değildi. Sokakta bir kaldırımda bile oturup yemek yeseler onun için hiç fark etmeyecekti.

Onun için önemli olan şey, oğlunun onunla beraber olması, ona karşı bu kadar sevecen davranmasıydı. Eşiyle çocuklarıyla ve işiyle meşgul olmasına rağmen oğlu annesini unutmamıştı.

Oğluyla beraber geçirdikleri bu akşam onun için hayatının en güzel akşamı olmuştu. Eve dönerlerken oğlu annesine dedi ki “ Anneciğim mutlumusun? Bu yemek ve yürüyüş seni memnun etimi ?”

Annesi “evet çok, çok güzeldi, Allah senden razı olsun” dedi.

Oğlu, İnşallah bunu tekrar yapacağım diyecekti ki. Annesi sözünü kesti “ Hayır İnşallah bir dahaki sefere ben seni davet edeceğim.”

Aradan uzun bir zaman geçmişti. Adam çok meşguldü. Bir türlü bir araya gelemediler ve bir süre sonra anne vefat etti.

Oğlu çok üzgündü. Bir zaman sonra, annesini yemeğe götürüşünün tam bir sene sonrası, aynı gün için gittikleri restorandan iki kişilik bir yemek daveti aldı.

Karısı ile birlikte daha önce annesiyle yemek yedikleri aynı restorana gittiler. Yiyecekleri yemeğin hesabı çok önceden ödenmişti. Adam merakla sordu .”Biz kimin davetlisiyiz?” Kendisine bir mektup verdiler, merakla açtı. Mektupta şöyle yazıyordu.

“ Sevgili oğlum…

Allah senden razı olsun. Beni buraya yemeğe getirdiğin akşam seni aynı yere davet edeceğime söz vermiştim. Ama sen o kadar meşguldün ki bunu yapabileceğim müsait bir zamanını yakalayamadım. İşte şimdi verdiğim bu sözü tutuyor seni ve değerli eşini yemeğe davet ediyorum. Allah sizden razı olsun”.

Evet, öykü bu. Şimdi size soruyorum. Anneniz sağ mı?

Onunla beraber vakit geçirin. Ona iyi davranın. Onu kızdırmayın

Onu da Sen Ağırla…

Onu da Sen Ağırla…
Günahkâr bir adamdı, ayık gezmezdi. Bütün bir köy halkı yaka silkiyordu adamdan, ‘ ölse de, kurtulsak ‘ diyorlardı.
Bir karısı vardı bu adamın, bir de kendisi. Hiç çocukları olmamıştı. Köy halkı böyle bir adamın zürriyetinin olmadığına memnundu. Kadın ise, adamın haline üzülse de ses çıkarmazdı, çıkaramazdı.
Otuz yıldır evliydiler, döverdi, kızardı, her gün biriyle kavga ederdi. Ama kocasıydı işte, evinin erkeği idi.
Adam iyice yaşlanmıştı artık. Öksürük nöbetleri uykusunu bölüyor, iki basamak merdiven çıksa nefes nefese kalıyordu, titreyen elleriyle sigarasını zor sarıyordu.
İyice zayıflamıştı, zaten kısacık olan boyuyla bir çocuk gibi kalmıştı. Kadıncağız ellerini açıp dualar ediyor,
‘ ahir ömründe olsun şu adamın hali biraz düzelsin ‘ diye yalvarıyordu Allah’ a…
Adam bir sabah evden çıktı, fakat ertesi sabah oldu, dönmedi. Tan yeri ağarırken kadın aramaya çıktı kocasını. Kim bilir yine nerde sızıp kalmıştı!
Köyün üst tarafındaki çeşmenin başına gitti önce, orada içerdi adam, bulamadı. Yakındaki tarlaları aradı, köyün dört bi yanına baktı, yoktu.
Eve gelmiştir belki diye koşarak geri geldi, hayır, dönmemişti. Güneş inmek üzereydi, bir acele abdest aldı, namaz durdu.
Duası bitmek üzereydi ki, kapının çalındığını duydu.
Kocasıydı gelen. Adamın yüzü sapsarı kesilmişti. Öksürüyordu, eliyle göğsünü işaret ediyordu. Kadın koluna girdi kocasının, güç-bela sedire kadar taşıdı.
Uzandı adam, karısının yüzüne baktı, ağlıyordu. Doğrulmak ister gibi yaptı, hakkını helal et diyecekti, lafının sonunu getiremedi, başı yastığa düştü, ölmüştü…
Kadıncağız kocasının başında epey bir ağlayıp feryat etti. Biraz kendine gelince gözlerini sildi, yemenisini bağladı.
Kalktı, imamın evine gitti.
– Hocam… Diyebildi hıçkırarak, bizimkisi…
Söyleyemiyordu, ama İmam Efendi durumu anlamıştı. Kadının yüzüne baktı, köylü ne der diye düşündü, bocaladı.
– O mendebur bir kez bile caminin kapısından içeri girmedi, kaldırmam onun cenazesini, deyip kapıyı kapadı.
Kahroldu kadın. Nereye gitsem, ne yapsam diye düşündü. Kimseleri yoktu ki, çaresiz eve döndü.
Yıkadı kocasını, sandıktan çıkardığı beyaz bir çarşafa sardı, omuzuna aldı, mezarlığın yolunu tuttu.
Caminin köşesinden dönerken, muhtar ve köylülerin kendisine doğru gelmekte olduğunu gördü.
Bir kez daha düğümlendi boğazı, cenazesi omuzundan kayarken, dizlerinin üzerine çöktü, ellerini yüzüne kapatıp ağlamaya başladı.
Hışımla yaklaştı muhtar:
– Onu nereye götürüyorsun, dedi, mezarlığa götüreyim deme sakın! Sağlığında biz çektik, bir de ölülerimiz çekmesin o herifin elinden…
Kadın gözlerini çarşafın üzerine dikmiş, öylece duruyordu. Birden bağırmaya başladı, delirmiş gibiydi sanki Kalabalık yanından korkuyla uzaklaşırken, cenazesini tekrar yüklendi, köyün dışına doğru yürümeye başladı.
Kan ter içinde kalmıştı kadın, artık adım atacak hali yoktu. Kendi kendine;
– Şuracığa gömeyim adamımı, dedi, kimseler rahatsız olmaz burada…
Tam o anda bir ayak sesi duydu, irkildi, bir çobandı gelen. Kadıncağız her şeyi olduğu gibi anlattı. Üzüldü çoban, gözleri doldu.
– Dert etme, dedi, ben yardım ederim sana.
Bir çukur kazıp cenazeyi gömdüler. Çoban başucunda durdu mezarın, ellerini açtı, dua etti.
Birkaç çiçek buldu kadın, toprağın üstüne serpti. Çobana dualar ederek evine döndü.
Yorulmuştu.
Camın kenarına oturup uzaklara daldı. Uyuyup kaldı oracıkta.
Ertesi sabah imamın kapısını telaşla çaldı muhtar. Bir yandan tokmağı vuruyor, bir yandan da ‘ İmam Efendi, İmam Efendi…’ diye bağırıyordu. İmam korkuyla açtı kapıyı.
– Bir rüya gördüm, dedi muhtar, hocam o berduş, o serseri adam Cennet’ teydi. Bana gülüyor, hakkım sana bile helal olsun diyordu.
Rüyayı duyana imamın benzi attı, kendisi de hemen hemen aynı rüyayı görmüştü.
‘ Gel hele, içeri gel…’ demeye kalmadı ki, köyün delisini gördüler.
Koşarak geliyor, bir yandan da bağırıyordu:
– Demedim mi ben, demedim mi size, rüyamda gördüm, rüyamda…
Birkaç köylü daha benzer rüyalar gördüğünü söyleyince, kadının yanına gitmeye karar verdiler. Özür dileyecek, kendilerini affettirmeye çalışacak, bu arada işin aslını öğreneceklerdi. Bir şeyler olmuştu ama neydi?
Eve vardıklarında kapıyı açan kadın şaşkındı. Kapıyı yüzlerine kapatacak oldu, yapamadı. Gelenler olan biteni anlatıp özür diledi, cenazeyi nereye defnettiğini, neler olduğunu sordular.
Kadıncağız her şeyi anlattı, can kulağı ile dinlediler ve çobanı bulmaya karar verdiler.
Bir yandan yürüyor bir yandan da aralarında konuşuyorlardı; ‘ bu çoban bir evliyaydı herhalde, belki de Hızır’ dı, aslında ölen adam da o kadar kötü bir adam değidi.’
Tarif edilen yere geldiklerinde çoban koyunlarını otlatıyordu. Gelenleri görünce ayağa kalktı, ‘ hayırdır inşaallah ‘ dedi. Oturdu, onlara süt ikram etti, konuşmaya başladılar.
Çoban söylenenlerden hiç bir şey anlamamıştı, cenazeyi nasıl defnettiklerini anlattı.
– Ben bir garip kulum, dedi; cenazeyi defnettik, başucunda oturup dua ettim sadece, hepsi bu…
Merakla nasıl bir dua ettiğini sordular, çoban da söyledi;
“- Allah’ ım, ben dağda koyunlarımı otlatırken kulların gelir yanıma, selam verirler. Senin selamınla gelen senin misafirindir der, ağırlarım. Süt ikram eder, azığımı paylaşırım.
Şimdi de ben sana bir misafir yolluyorum, onu da Sen ağırla…”

ALINTI

ATEŞ VE SUYUN HİKAYESİ

ATEŞ VE SUYUN HİKAYESİ

Ateş bir gün suyu görmüş yüce dağların ardında
sevdalanmış onun deli dalgalarına.
Hırçın hırçın kayalara vuruşuna,
yüreğindeki duruluğa
Demiş ki suya:
Gel sevdalım ol,
Hayatıma anlam veren mucizem ol…

Su dayanamamış ateşin gözlerindeki sıcaklığa
al demiş;
Yüreğim sana armağan…
Sarılmış ateşle su birbirlerine
sıkıca, kopmamacasına…

Zamanla su, buhar olmaya,
ateş, kül olmaya başlamış.
Ya kendisi yok olacakmış, ya aşkı…
Baştan alınlarına yazılmış olan kaderi de
yüreğindeki kederi de
alıp gitmiş uzak diyarlara su…

Ateş kızmış, ateş yakmış ormanları…
Aramış suyu diyarlar boyu,
günler boyu, geceler boyu
Bir gün gelmiş, suya varmış yolu
Bakmış o duru gözlerine suyun,
biraz kırgın, biraz hırçın.

Ve o an anlamış;
aşkın bazen gitmek olduğunu.
Ama gitmenin yitirmek olmadığını….
Ateş durmuş, susmuş, sönmüş aşkıyla.

İşte o zamandan beridir ki:
Ateş sudan,
su ateşden kaçar olmuş..

Ateşin yüreğini sadece su,
Suyun yüreğini
Sadece ateş alır olmuş…

İYİMSER MİSİNİZ; KÖTÜMSER Mİ?

İYİMSER MİSİNİZ; KÖTÜMSER Mİ?

Doç. Dr. Şafak Nakajima

Birbirine tıpa tıp benzeyen ikiz kardeşlermiş ama karakterleri birbirinden çok farklıymış.

Birisi terlediğinde diğeri üşür, biri oynamak istediğinde diğeri uyurmuş.

Birisi her şeyde olumlu bir yan bulan bir iyimser/optimist, diğeri ise bir kötümser/pesimistmiş.

Yaş günleri geldiğinde, babaları onların tepkilerini görmek için bir plan yapmış.

Kötümser olan oğlunun odasını akla gelebilecek her türden yeni ve heyecan verici oyuncakla doldurmuş.

İyimser oğlunun odasına ise at pislikleri bırakmış.

Çocuklar odalarına gidip de sürprizleri gördükten sonra, baba önce kötümser oğlunun yanına uğramış ve onu oyuncakların ortasında oturup ağlarken bulmuş.

Merakla sormuş:

”Neden ağlıyorsun?”

”Bu kadar oyuncağın nasıl çalıştığını anlamak zorundayım!

Çalıştırmak için onlara pil takmam gerekecek ve nasıl durmadan pil takacağım?

Üstelik arkadaşlarım onları isteyecek, vermek zorunda kalacağım!

Zaten bu oyuncaklar zamanla kırılacak!” diye cevap vermiş kötümser çocuk.

Baba hayretle odadan çıkıp iyimser oğlunun kapısını aralamış.

Küçük oğlan sevinç içinde zıplıyor, şarkılar söylüyormuş.

Babası sormuş:

”Niçin bu kadar mutlusun?”

Çocuk yüzünde kocaman bir gülümsemeyle cevap vermiş:

”Odamda at pislikleri olduğuna göre, buralarda bir yerde, beni bekleyen bir tay olmalı!”

——

Siz hangi çocuğa daha yakın hissettiniz kendinizi?

Aramızdan bazıları, yarı dolu bir bardağa bakıp yarısının boş, bazılarımız ise yarısının dolu olduğunu görür.

Kimimiz her olumsuzlukta bir hayır olduğuna, tünelin sonunda mutlaka ışığın belireceğine inanır.

Kimimizse en güzel zamanlarda dahi, her an ortaya çıkabilecek bir terslik, bir olumsuzluk bekler; ışığın ne zaman kaybolup da karanlık bir tünelin belireceğine kafa yorar.

Bu farklı iki farklı yaklaşımın sadece basit bir mizaç farklılığı olmadığını, insanların yaşam kalitelerinde büyük farklılıklar yarattığını artık net bir biçimde biliyoruz!

Yıllardır yürütülen pek çok araştırma, iyimserliğin insan sağlığı açısından yararlı olduğu vurguluyor.

İyimserlerin sağlıklarına daha çok özen gösterdikleri, stresle daha etkin biçimde başa çıktıkları, beden ve ruh sağlıklarının daha iyi olduğu biliniyor.

Kötümser düşünmenin, insanın içini huzursuzlukla doldurarak onun hayattan keyif almasını engellediğini ve başkalarıyla ilişkilerini bozduğunu ise çoğumuz biliyoruz.

Kötümserliğe bağlı stres, bedensel ve ruhsal ciddi sağlık sorunlarına yol açıyor.

İyimser ve kötümserlerin algıları da birbirinden oldukça farklı.

İyimserler, başlarına gelen olumsuz olaylardan yalnızca kendilerini değil çevrelerini ve koşullarını da sorumlu tutuyor, kötümserler ise sadece kendilerini suçluyorlar.

İyimserler olumsuz olayların kısa sürede biteceğine, kötümserler ise olumsuzluğun hep süreceğine inanıyor.

İyimserler, olaylara çözüm bulma konusunda gayret gösterirken, kötümserler daha kolay pes ediyor.

Kuşkusuz iyimserlik, kişinin kendisi ve çevresi için olumlu bir özellik ama ya aşırıya kaçılırsa?

İyimser, ya gerçeklerden kopuk bir aymaza dönüşürse?

İyimserliği, Pollyanna olmakla karıştırmayın!

Yaşamı özenle yaşamak ve çözüm odaklı olmakla, zorlukları yok saymanın, umursamamanın birbirinden çok farklı olduğunu görmek gerekiyor.

En akılcı çözüm, iyimserlikle kötümserlik arasında uzanan ve ”gerçekçilik” adı verilen bir alanda kalabilmek!

Bu alanı değerlendirmeyi bilen gerçekçiler, hem iyimserliğin hem de kötümserliğin sunduğu avantajlardan yararlanıyorlar.

Olumlu düşünüyor, olumlu davranıyor ama olası veya gerçek olumsuzluklara yönelik ölçülü bir dikkat ve özeni elden bırakmıyorlar.

Tüm bu okuduklarınızdan sonra, iyimser mi yoksa kötümser mi olduğunuza karar veremiyorsanız, şu soruları kendinize sorabilirsiniz:

Kendimden söz ederken seçtiğim sözcükler olumlu mu?

Olumsuz mu?

Yaşadığım sorunları yaşam dersleri veren, çözülebilir problemler gibi mi görüyorum?

Onlar karşısında çaresiz miyim?

Gelecekte güzel günler inşa etme konusunda kendime güveniyor muyum?

Gelecek gözümü mü korkutuyor?

Başıma gelen olumsuz olayların aslında, herkesin başına gelebilecek türden talihsizlikler mi olduğunu düşünüyorum?

Kaderin hep beni kurban seçtiğine mi inanıyorum?

İhtiyaç duyduğumda, çekinmeden yardım isteyebiliyor muyum?

Kimsenin bana yardım edemeyeceğine mi inanıyorum?

En zor koşullarda bile şükran duyacak bir şeyler buluyor muyum?

Öyle zamanlarda her şey gözümden siliniyor mu?

Dilerim verdiğiniz cevaplar hoşunuza gitmiştir!

Gitmediyse, yapmanız gereken şey belli:

Cevaplarınızı nasıl değiştireceğinizi düşünmeniz ve bulduğunuz yeni yollar için çaba sarf etmeniz gerekiyor!

ÖĞRENDİM…

BEN,
Canım sıkkınken uyumayı öğrendim,beni tanıyanlar inanmayacaklar ama sessiz kalmayı öğrendim. Anladım ki ”ağaç yaşken eğilir”, ne öğreteceğim ellisini ge…çmişe? Diyerek susmayı ve kaçmayı öğrendim. Kavga etmeyi iyi bilirim de sonra hep ne yaparsan yap,karşıdakinin haklı olduğunu öğrendim !
Sevmeyi öğrendiğimde herkesin nefret etmeyi daha iyi becerdiğini öğrendim.
Gördüm ki ne zaman dinginleştiriyor hayat seni; o vakit de ölüyorsun öğrendim.
Kemal Sunal’ a güldürdü en çok beni hayat, bir tiyatro oyununda ağladım en fazla; hayatsa düşündürür hala..
Güçlü kalmayı öğrendim,kafa tutmayı..Martılar simidi severler aşıkları değil,anladım.
Lüks yerlerde garsonlar takım elbise giyer,paran varsa vale kapını açar.
Ama ben, her seferinde ucuz kot pantolonlar giyen garsonların servis yaptığı yerlerde yemek yemenin keyfinin başka yerde yaşanmayacağını öğrendim.
kendini yaşamanın anne olmakla dahi eş değer olmadığını öğrendim. Çocuklarının babası vardı, halbuki fiilen hem ana hem baba olsam da gerçekte yalnızca kendimin annesi olduğumu öğrendim.
Erken anne olursan onlarla büyür,gelişirsin dedi periler kulağıma; onlarla anlaşmayı öğrendim.
Düzenim bozulmasın diye aşktan kaçmayı öğrendim. İşin yoksa makyaj yap , parfüm sık , bunları sadece kendim için yapmayı öğrendim. Sigaraya zam getirip duruyorlar tutunacak dal bırakmıyorlar adama ; öğrendim..
Aşık oldum,sevildim ,tapılan kadın oldum,ölümün en kötü ayrılık olduğunu öğrendim.
Gök kuşağından indim. Yerdeyim. Bütün renkler ellerimde şimdi. Hayat duvarlarını istediğim renge boyamayı öğrendim. Gündüz gözü nemli gözlerimle bilmem kaçıncı devrimi yaşıyor hislerim.

Olsun be! Mutlu kalmayı öğrendim…

Sitemizde şuan:
Gazeteler
manşetler
Günlük Burç
Günlük Burç
Piyasalar
Hava Durumu
BURSA

BURSA
Şiir Bahçesi
Sayaç






radyo